Friday, May 30, 2008

06 İNSAN MI YAZIYOR DANSÇI MI?

:: Handan Ergiydiren Özer - 22/11 Proje(ler) Lideri - Koreograf ::
-----------------------------
Dün akşam ikincisini izlediğimiz "İnsan Yazıyor" adlı gösterim (performans), Antrepo 3’teki geniş alana sıralanmış 40 tane masa üzerindeki/yanındaki/altındaki bedenlerin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden alıntılanmış cümleleri yaz(a)ma(ma)ya dair çabalaması hakkındaydı.

William Forsythe'in yaratım geçmişine bakılınca bu yapım, önce keskin bir sapma varsayılabilir. Çünkü derin bir Rudolph Laban müridi sayılabilecek Forsythe, bedenin fizikselliği, hareketlenme kapasitesi ve zaman/uzam dinamikleri üzerinde bilimsel bir incelikle çalışan, kesinlik ve temizlik (precision and crystality) tutkunu ve kusursuz kopyaya ibadet eden ama aynı zamanda bir ruh anlatısını, içsel insani durumları da aktarabilen bir koreograf. Sözcüğün tam anlamıyla koreograf: hareket yazan bir zanaatkar.

Mekanın ilk bakıştaki çizgiselliği, masaların kusursuz dizilimi, yalın ışık tasarımı, izleyende sayısal (digital) bir kurgusal evren izlenimi bırakıyor. Masalar, üzerine tam ölçü yapıştırılmış kağıtlarla mimarlık/tasarım bölümlerindeki çizim masalarının etkisini taşıyor. Evet burası okul döneminin ilk günlerindeki düzenli haliyle bir stüdyo, ya da çalışmahane / talimhane... Ve tıpkı okulun son günlerindeki gibi, burası da yapıtın sonuna doğru dağılıyor, kirleniyor, kullanılıp eskitiliyor. Bedenler de çizim kalemleri ya da tebeşirlerle (temel tasarım kırtasiyesi) kağıtların üzerindeki yarı belirgin cümleleri görün(ür)mez kılıyorlar bir şekilde! Yazıyla uğraşmak, yazıyı yazmaktan daha çok çizmek, lekelemek hatta yazılanı büsbütün örtülemek... Yazma niyetiyle başlayıp da, yazılanın ne olduğunu hem yazana hem okuyana unutturmak...

Forsythe için bir meydan okuma gibi duran şey dansçıların adımlar ve hareket dizileri olmaksızın doğaçlayarak devinmeleri. Başka bir deyişle dans etmemeleri. Kendi seçimleriyle, öznel nitelikleriyle işi üretmeleri. Koreografın geleneksel varlığını unutturmaları. Ama unutturamadıkları bir şey var, dansçı olmanın dayanılmaz fiziksel elverişliliği...

Bedenler dansçı bedenleri; üzerinde sıradan(?) insandan daha fazla muktedir oldukları bedenleriyle pek çok anatomik güçlüğe başkaldırarak kağıtlarda lekeler bırakıyorlar. Sıradan insanların elleriyle gerçekleştirdikleri normalinin dışında, farklı yerleriyle yazma deneyimine kalkışıyorlar. Bedenlerini, eğitilmiş ve aşkınlaştırılmış anatomik kapasiteleriyle işletiyorlar. Tüm davranışlarıyla, dansçı oldukları (her ne kadar dans etmiyor gibi dursalar da) gerçeğini yineleyip duruyorlar: “Baş asağı durabilirim”, “kolumu bacaklarımın arasından geçirip boynuma dolayabilirim”, “ayak parmaklarımla kalemi kavrayıp kumanda edebilirim”, “ağzımla tebeşirleri yakalar ve döne döne topuğumla kağıdı delebilirim”.

Gösterimin girişindeki açıklama metninde, yaratıcıların 'İnsan Hakları’nın koreografi yoluyla öğretilmesini amaçladıkları yazılıydı. Pekala, ama kime öğretiyorlar? İzleyenlere mi, bizzat gösterimcilere mi? İçki kadehlerimizle Antrepo bahçesinde, İKSV satış noktalarında laflarken kaçımız insan haklarını hatırladı acaba?

İnsan olmanın tanıdığı en önemli hak; çocuk, yaşlı, sağır, dilsiz, kör, topal, aksak, yaralı, hasta olsan da kendi bedeninle kabul görme, geçiş sağlayabilme özgürlüğü değil mi? Öyleyse bu denli batıcıl, geliştirilmiş, terbiye edilmiş, biçimlendirilmiş, 'güzelleştirilmiş' insan idealinin genç bedenlerini fütursuzca gözetlemek niye? Evet haz duyduk, batıcıl güzellemelerden, kusursuz kemik yapılarından, kas gücünden, bükülmeler ve biçimlenmelerden haz duyduk.

Gösterimcilere bu kadar yaklaşabilme, terlerine, çabalarına, soluklarına ve kömür tozu(!)na bulanmalarına tanık olabilmenin cazibesini atlamayalım. Bedenin bedenleştiği, bedenselliğin yüceltildiği bir mücadele sahasında, "insan" düşüncesine yer bulmakta çektiğimiz zorluğu da tabi...

Keşke bakmakta, dokunmakta, yaşamı paylaşmakta zorlandığımız türden bedenleri ve belki fiziksel değil ama ruhsal ve zihinsel yaralarıyla yaşama devam eden sıradan(!) insan bedenlerini de bu denli yakından gözetleyebilseydik. Keşke onların insan hakları söylemleri karşısında bedenlerinin alacağı şekillere, gerilimlerine ve belki sadece durmalarına/duralamalarına tanıklık edebilseydik.

Acaba yapıt, ilk gecesinde yazmak düşüncesi ya da insan olmaktan ötürü doğan haklar meselesine daha fazla odaklanabilmiş miydi? Benim izlediğim devingenlik; seçkinci bir biçimlemeyle(estetizmle) başlayıp (kirlenme ve terlemeleri de buna dahil ediyorum) neşeli bir oyun ortamına dönüşerek tatlı bir uzlaşıyla son bulan bir seyre açık doğaçlama temriniydi. Sıcaktı, ılımlıydı. Bugünkü Batı sanatının bile silkelenip üstünden atmaya çalıştığı türden bir Batılı bakışın (Western gaze) tekrarıydı: yaşamsallık taşıyan tüm acil konular itinayla yenilir yutulur hale getirilir, vicdanlara servis edilir.

Proje dahilindeki tüm sanatçıların içtenlikli bir iyi niyetle, kendilerinden hiçbir şeyi esirgemeden uğraştıklarını biliyorum. Ama sanatın bünyesi bu kadar ılımlılığı daha ne kadar kaldırabilir bilmiyorum.

.