Saturday, May 31, 2008

07 Genco Gülan Yazıyor, Forsythe’ın Dansçısı da Kibarca Uyarıyor: Seyircilere Yasak!

:: Genco Gülan ::
-----------------------------
Dürüst olmalıyım: Hayal kırıklığına uğradım.

Tiyatro dergisine verdiğim röportajda da belirttiğim gibi William Forsythe’ın İstanbul’a gelişini büyük bir heyecanla bekliyordum. Frankfurt Balesi’nde sergilediği bir koreografisini seyretme şansını bulmuş, yarısının terk ettiği görkemli salonda ayakta alkışlayanlar arasında yerimi almıştım. Baleye - olumlu anlamda kullanıyorum- “taze naneli limonata” ferahlığı getiren Forsythe beni oldukça meraklandırmıştı. Broadway’de seyrettiğim, erkek dansçıların tütüler giyerek kuğuları canlandırdığı Matthew Bourne’nin “Kuğu Gölü” adlı çalışmasından sonra izlediğim en iyi parçaydı.


The Forsythe Company’nin İstanbul’a gelmesi de çok iyi olacaktı. Topluluğun festival için hazırladığı gösterinin başlığı ve tanıtım malzemeleri merakımı daha da arttırdı. Kavram insan haklarıydı, başlıkta güzel bir kelime oyunu vardı, gösteri mekâna özgü yerleştiriliyordu, dansçılar “tüm” engellere rağmen yazmaya çalışıyorlardı… Politik olarak çok doğru bu gösteri için upuzun bir pozitif liste…


Antrepoda seyrettiğim gösteri ise bende kırmızıbiberli bir çikolatalı pasta tadı bıraktı. (Bu benzetmeyi ne yazık ki olumlu anlamda yapmıyorum). Eleştirelliğin, pastanın kremasının üstündeki –doğum günü çocuğunun ismini yazan- dekoratif kırmızı pul biberler kadar kaldığı kocaman bir kek.


Gösteriye getireceğim birinci eleştiri, yazı yazmadaki zorluk durumunun tamamen yapay kalmasıdır. Niçin zorlanıyorlar ki? Dansçıların (zor) ‘muş’ gibi yaparak yazmaya çalışmaları, beden kullanımları evet görsel olarak enteresan ama o kadar. Dansçılar zorlukla yazı yazmaya çalışmayı –el ayak kullanarak hatta terleyerek- ‘temsil’ ederlerse, istediği kadar kara olsun burada kömür krema olur. Bu yüzden de kanımca gösteri kesinlikle performans değildir.


İkinci ama daha da önemli bir konu kavram seyirci ilişkisindedir. İnsan haklarına ilişkin bir gösteride seyirci haklarının da düşünülmüş olması gereklidir. Seyirci mekâna girince olaya ne kadar katılmalıdır ya da ne kadar katılmaya hakkı vardır. Aynı şekilde, arada bir engel olmazsa, bir dansçı seyirciye ne kadar müdahale edebilir? Haklar nerede kesişir, nerede birleşir? Böylesi bir kavramsal yapıya dayanan gösteride insanın seyirci kalmaya ‘teşvik edilmesi’ çok büyük bir tehlikedir. Ya da insan haklarını savunmanın biletli bir gösteriye dönüşmesi, daha büyük bir soru işareti? Ama ne yazık ki Anglosakson liberalizmi de bundan çok farklı bir şey değildir.


Sayın William Forsythe ve Sayın Kendall Thomas’ın “insan hakları” kadar kutsal bir konuya girerken saha araştırmasını daha iyi yapmalarını beklerdim. Kendilerine Cat Stevens gibi din değiştirmelerini de, Günter Wallraff gibi gerçek kömür tozlarına bulanmalarını da önermiyorum. Üstat Boby Fisher gibi pasaportlarını iade etsinler ve bir 3. dünya (örneğin Türk) vatandaşı pasaportuyla mesleklerini icra etmeye çalışsınlar ve hemen daha havaalanında başlayan misafirperverlik ihlalleriyle tanışsınlar. Amerika’ya giderken uçağa binmeden başlayan sorgulamalar, Air France’da uçak kabinine biner binmez üstünüze sıkılan haşere öldürücü, Almanya’da uçağın tekerleği yere değer değmez beliren kahverengi üniformalı polisler… Sorgulama kabinlerini geçebilirseniz hikâyenin ikinci kısmı çok daha uzun…


Kanımca insan hakları konusunda ancak böylesi bir deneyim yaşadıktan sonra Yves Klein’e öykünmek için başka kavramlar bulursunuz ve belki biz de tekrar merak etmeye başlarız yapacaklarınızı…

.