Monday, June 2, 2008

08 Sahneye ihanet eden bir metne sadakat ya da Nekrošius’un Faust’u

:: Beliz Güçbilmez ::
-----------------------------
BU METİN, 16. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ’NDE 25. 05. 2008 YILINDA SAHNE ALAN FAUST GÖSTERİMİ ÜZERİNE BELİZ GÜÇBİLMEZ TARAFINDAN KALEME ALINMIŞTIR.

Faust’la ne yapılır ki?

Goethe’nin hayatı boyunca döne döne yazdığı bir metin olarak neredeyse bir anlamda hayatının kendisine dönüşmüş Faust’un birinci bölümü tamamlandığında Schiller mektuplarından birinde şöyle uyaracaktır yazarı: “Zannımca Faust faal hayata yöneltilmeli”. “Başlangıçta edim vardı” diyen Faust’un ataleti, kendi çağında da sonradan da defalarca eleştirilmiştir. Aslında “Goethe faal bir kahraman ister, onu telaffuz edilecek olağanüstü ve uygun sözlerle donatır, ona şeytani güçlerin yardımını sağlar- yine de hiçbir şey vermemiş gibidir. Her sahneden sonra Faust, […] gittikçe daha çok bir tür boş tefekkür içine hapsolur.”
[1] Tiyatro sahnesinin pek sevmediği bir alanda, derin derin düşünmelerin alanındayız yani. Sahi düşünce nasıl teatralleştirilebilir ki? Bir problem oyundur o zaman Faust, hem klasikleşmiş bir tiyatro metnidir, hem de tiyatro sahnesinin o en temel gereksinimi yerine getirmemiş; demek ki baştan sırtını tiyatroya dönerek çıkmıştır sahneye. Bu nedenle olacak, kimileri onu daha baştan “okuma tiyatrosu” kütüğüne kaydetmiştir. Bir oraya bir buraya uçan, zamanlar ve mekânlar arasında hızla yolculuk eden bir cinler/ruhlar taifesine, sanki onlar sorun çıkarmak için yeterli değillermiş gibi, melekler, Mefistopheles ve Tanrı’dan oluşmuş bir kast ve oyun ilerledikçe açıkça alegorik figürler eşlik eder. Buna karşın yönetmenleri hep kendine çeken, kâğıt üzerindeki imkânsızlıkları bir imkâna çevirmeye heveslenen sahne pratiğinin, görmezden gelemediği bir boy ölçme tahtası da olmuştur bu metin bir yandan da. Edebiliği ve elegelmezliği ile, sahnenin kaçınılmaz eylemliliğine, fizikselliğine ve somutluğuna ayak direyen bir metin olarak, kendi döneminin sahne pratiği ile bir ihanet ilişkisi kurmuş olan Faust metni yazılışından iki yüz küsur yıl sonra Litvanyalı yönetmen Eimuntas Nekrošius tarafından sahneye taşınıyor.

Bu son cümledeki, Faust metni vurgusu boşuna değil. Nekrosius’un Faust’unda belki de en çok, metnin sahnede somut bir locus gibi sergilenmesinden, metnin teatral olmaktan çok metinsel olduğunu baştan kabul eden bir reji anlayışıyla metnin sahnede gösterilmesinden yani, söz edilmesi gerektiğini düşündüğümden.

Metni göstermek


Bana kalırsa Nekrosius’un en ilgi çekici reji yönelimi, sahne ile ihanet ilişkisi kurmuş bir metne sadakatle bağlanarak, onu sahnede gösterme arzusu olarak özetlenebilir. İstanbul’daki gösterimde, üstelik alt yazı ile sahnenin bir parçası haline gelmiş oyun metni çevirisi, sahnede sözcüklerin nasıl canlandırıldığını görebilmemizi sağlayan bir kaynağa dönüştü. Peki tam olarak ne demektir metnin sahnede gösterilmesi? Belki de gösterimden birkaç örnek vermek yerinde olacaktır.

Nekrosius’un rejisi, Faust metnini, kendi teatralliğine -biraz da yaklaşmakta olan romantizmi müjdeleyerek- işaret eden “tiyatro müdürü, ozan ve palyaço” arasında geçen bölümünü atlayarak başlatıyor. Mephistopheles ve Tanrı ile. Bir anlamda çilekeş bir tanrıdır bu. Evrenin yükünü Mephistopheles’le birlikte taşıyan. Üstelik mimetik bir Tanrı’dır da bize gösterilen. Faust “yansımasıyım yüce varlığın” dese de aslında Yüce Varlık da insanın yansımasıdır. Onun gibi olmaya çalışmaktadır; bunu yaparken kâh oğlunun çarmıhını taşıyan baba olur, kâh Faust’la kırlarda gezinirken hep Faust’u izleyip onun yansılayan bir ayna. İnsanın bakış açısını kavramak için, tam onun baktığı yerden bakmaya çaba sarf eden bir tanrı yani. Rejinin kendini üzerine inşa edeceği anlam katmanı bu sahneden türetilecektir zaten; “susuzluğu yudum yudum/ sonsuza dek dindiren kutsal kaynak,/ kâğıt mıdır yani sence?” diyen “orman ve tarlalardan çabucak bıkan”, “kitaptan kitaba, sayfadan sayfaya” gitmeyi arzulayan ve nihayet “değerli bir elyazmasını açtığında/ bütün gökyüzünün yanına indiğini” söyleyen Faust, kitapla, sayfayla, yazıyla metinle doğrudan ilişki kuran bu gösterimin ardındaki yazılı metnin Goethe’nin Faust metninin de sahnede temsil edilmekten öte gösterilmesinin meşru zeminini kurar. Metnin gösterilmesine ilişkin bu seçim de, gösterim boyunca, hep kâğıtların uçuştuğu, kitapların açılıp açılıp kapandığı, açık kitapların sayfalarının düşüncenin mi, aksiyonun mu, akan zamanın mı rüzgârında uçuşup durduğunun gösterildiği bir sahne koreografisine dönüşür. Bu yönelimin en belirgin olduğu sahnelerden biri Gretchen ile Faust’un birbirlerini ilk gördükleri sahnedir. Mefisto ile köpeğin Faust’a yaptığı büyü, Gretchen’in okuyacağı kâğıtlara yazılı sahne direktiflerine ve sözlere dönüşmüştür. Gretchen aşkla değil de, sahneye bırakılan notları okudukça ya da okuyarak, demek ki metni/mesajları takip ederek tutar elinden Faust’un ve onu kendi çemberinin içine alır. Açıkça metin yönlendirir onları.

Son bir örnek olarak Faust metninin en çok bilinen en çok alıntılanan bölümünün sahnelenişini anımsa(t)makta yarar var. Hani şu meşhur “çok güzelsin gitme dur” sahnesini. Hani der ya Faust:

“Bir gün doygunluk içinde,/Tembel tembel uzanırsam yatağıma,/Sonum gelmiş olsun!
Gözümü boyayarak yalanlarınla,/Beni bana yutturabilirsen eğer,/İşte o gün, son günüm olsun![…] İşte elim;/ Eğer yaşadığım bir an için dersem ki: /dur geçme! Ne kadar güzelsin!/ Hemen vur beni zincire.”
[2]
Ama Mefistofeles’e bu söz yetmez yazılı, imzalı bir belge ister. Sahnede bunu isterken bir ipe düğüm atıp Faust’un önüne koyan Mefistofeles görülür. Faust düğümlü ipin başında bekleyip karar vermeye çalışırken, karanlık ruhlar gelir. Sahneyi boydan boya kat eden iplerle bir kitabın ya da bir defterin satırlarını kurarlar. O satırlar boyunca gezinir Faust; ipler kalp atışlarını gösteren bir monitörün üstündeki elektronik çizgilere dönüşmüştür şimdi. Düğüm de sahnededir. Ve evet ruhunu şeytana satmak üzere olan Faust hayatının “düğüm” noktasındadır ve kalbi ağzında atmaktadır. Burası II. perdenin sonudur. Üçüncü perdenin başında düğümün artık iyice büyüdüğünü görürüz. Dram sanatının terimleriyle söyleyeceksek, ikinci perdenin sonunda atılan düğüm, üçüncü perdenin başında daha da büyümüştür. Bu son örnekten yola çıkarak metnin sahnede gösterilmesine ek olarak, metnin dramatik metin özellikleriyle ve teknikleriyle canlandırıldığını da görmüş oluyoruz.

Sonuç olarak Nekrosius’un Faust rejisi, kâğıtla, kitapla yazıyla hemhal olmuş Faust karakterinin meşrulaştırdığı haliyle bir bakıma şu sorudan başlamış bir yaratım gibidir; sahnelendiğinde oyun metnine ne olur? Bu sorunun peşine düştüyse sahiden bu reji yönelimi, yaptığı seçimle, aşağı yukarı şöyle yanıta yönlendirir bizi, “metin sahnede görünür kılınır.” Sanki sahnelendiğinde Faust metninin fiziksel varlığının uçup gitmesine razı olamamıştır da Nekrosius, onu o görünmezlikten kurtarıp bir varlık’a dönüştürmüştür.


[1] Franco Moretti, Modern Epik, çev. Nurçin İleri- Mehmet Murat Şahin, (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2005), s.16-17.
[2] Yazıdaki Faust alıntıları için, Goethe, Faust, çev. Nihat Ünler, Ankara: Öteki yayınları, 1995.
.