Monday, June 9, 2008

15 Sonsuza İskele

:: Berna Kurt ::
-----------------------------
16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sergilenen Sonsuza İskele, benzerine çok sık rastlamadığımız değerli bir proje. Türkiye’de modern dansın gelişimine çok önemli katkılarda bulunmuş; büyük bir özveriyle eğitim vermiş ilk kuşak balerinlerimizden Kaya İlhan’a saygı projesi. Böylesi projeler, kadir kıymet bilindiğini göstermenin dışında önemli iki işlev daha görüyor. Birincisi, ardında yazılı ve görsel kaynak bırakarak sonraki kuşaklar için veri oluşturuyor; ikincisi İlhan’ın öğrencisi olmuş çok farklı yönelimlere sahip sanatçıları aynı sahnede buluşturuyor. Yazılı kaynak ve arşivlerin yetersiz kaldığı, toplumsal hafızanın da oldukça zayıf olduğu bu ülkede dans alanında yapılan her şeyin suya yazılmadığını gösteriyor…

Projede sahnede icracı olarak yer alan dansçı-oyuncuların hepsi kadın ve birlikte ya da ayrı ayrı dans ettikleri bölümlerin hepsinde belli “kadınlık durumları”nın sergilendiğine, sorgulandığına tanık oluyoruz. Durağan, işlevli ve etki oluşturan bir dekor etrafında sergilenen bölümler, farklı disiplinlerden gelen; oyunculuğu, metni ya da hareketi ön plana çıkaran, bazen bunları iç içe geçiren, farklı yaşlardaki ve deneyimlerdeki kadın sanatçılar tarafından icra ediliyor. Bazı bölümler mitolojik figürler ya da Mary Wollstonecraft gibi kadın hakları mücadelesine yön vermiş kadın karakterler etrafında şekillendirilmiş. Gayrimeşru çocuk sahibi olduğu için asılan, devrimci olduğu için işkence gören, sevdiklerinin ölümüne sebep olan ve hepsi de ataerkil toplumun önyargılarına maruz kalan kadınların deneyimleri -genellikle kayıttan ya da canlı okunan- metinler eşliğinde sergileniyor. Belli bir temsil iddiası olmayan diğer sahnelerde de yaşanan farklı kadınlık deneyimlerinin sorunsallaştırıldığına tanık oluyoruz.

Gösteride parçaların bütününden bir ortaklık oluşturulmaya çalışıldığı, belli bir dramaturjik yönelimin seyirciye geçirilmesinin hedeflediği söylenebilir. Peki, icracıların yaratıcılıkları sayesinde zengin bir sanatsal çeşitlilik içeren bu sahneler bir araya getirildiğinde ortaya ne çıkıyor?

Öncelikle seçilen figürlerin ağırlıklı olarak farklı tarihsel dönemlere ve coğrafyalara referans veren kadın karakterler olması önemli. Tanrıça İnanna, Medea, Heloise, 1. Dalga kadın hareketinin öncü isimlerinden Mary Wollstonecraft, önce avukat sonra rahibe olan devrimci bir kimlik olan Digna Ochoa gibi figürler, cinsiyetçi düzeni eleştiren sesler konumundalar. Ancak doğal olarak bu kişilikleri canlandıran icracıların deneyimlerinden oldukça uzak yaşanmışlıkları temsil ediyorlar. Kaya İlhan’ın ve sahnedeki kadınların belki de en temel ortaklığı olan hareket etmenin yollarını aramak hiç gündem yapılmamış. Ya da bu topraklarda yaşanan sorunların hiç bahsi edilmemiş. İcracıların kişisel ve ortak deneyimleri gösteri bütününe daha fazla yansısa belki hedefe daha uygun bir gösterim oluşurdu –ya da en azından ben öyle düşünüyorum.

İçinde yaşadığımız coğrafyanın bedensel-tarihsel deneyimine dair en belirgin referans ise finalde icra edilen üç kişilik zeybek koreografisi. Diğer sahnelerden kopuk kalan bu yerelleştirme çabası, gösteri bütünü içinde eklektik bir final haline geliyor. Erken Cumhuriyet döneminden itibaren fazlasıyla militarize edilerek yiğitlik sembolü haline getirilen ve son dönemde iyice popülerleşen bu erkek dansı formunun kadınlar tarafından icra edilmesi birçok soru ortaya koyuyor. İlk akla gelenler: eril temsil biçimlerine ya da temsil edilen militarist kültüre karşı bir kadın tavrı mı söz konusu; yoksa kadınların “da” yiğit olabileceği, mücadele edebileceği mi gösterilmek isteniyor?

Gösteride ağırlıklı olarak kullanıldığı şekliyle, metin ve hareket bir araya getirildiğinde “metnin harekete tercümesi” diyebileceğimiz bir üslup çıkıyor ortaya. Sadece hareketle veya daha ekonomik bir vokal kullanımıyla belki de çok daha zengin çağrışımlar sunacak bölümler didaktik bir üsluba mahkûm olabiliyor. Hem bütün hikâyeyi dinliyor hem de gerekli mesajları alıyoruz: kadınlar; okuyun, kendinizi geliştirin, kimseye boyun eğmeyin, kadınlığınızdan vazgeçmeyin, kendi ayaklarınızın üstünde durun, baskılara karşı mücadele edin…vb. Kadınların farklı coğrafyalardaki tarihsel mücadelelerinden ve bu mücadele etrafında oluşan kuramlardan fazlasıyla beslenebilecek bu çalışma zamanla çok daha çeşitlenen ve çoğullaşan bu söylemlere yabancı görünüyor. Oysa artık evrensel bir “kadın” kategorisinin diğerleri adına konuştuğu bir söylem sorunlu bulunuyor; farklı cinsiyet yönelimlerinin oluşturduğu kadınlık deneyimleri tartışılıyor; cinsiyet ayrımcılığının farklı ezilme biçimleriyle ilişkisi kurulmaya çalışılıyor ve yeni ortak mücadele yöntemleri araştırılıyor…

Kaya İlhan’a saygı projesi belki de, Cumhuriyet döneminin ilk balerinlerinden bugünlere farklı hayatlar yaşamış, dans etmiş kadınlar tarafından oluşturulsa; bu yaratım süreci de yaşanmışlıklarla, tartışma süreçleriyle, deneyim paylaşımıyla gerçekleşse çok daha farklı bir gösterim ve paylaşım ortaya çıkardı diye düşünüyorum. Belki bundan sonra, kim bilir?

.